BİR ZAMANLAR TİYATROCU’YDUM – 2
İlk yazıda oyun sürecine kadar olan kısımdan
bahsetmiştim. Geldik ikinci döneme, yani oyun dönemine. Albay Kuş oyununu
oynayacağımız için, oyunla ilgili okumalara başladık. Üniversitede ilk hafta çok fazla ders
işlenmediği için, birinci hafta tiyatroya yoğunlaşmayı tercih ettik. Albay
Kuş’un yazarı Bulgar Hristo Boytchev’dir. Ayrıca, yükseköğrenimini makine
mühendisliği alanında yapmıştır. Albay Kuş oyunu savaş sırasında geçiyor. Balkan
dağlarında, manastırdan bozma bir psikiyatri kliniğinde geçen oyunun ilginç
karakterleri var. Aynı odada kalmak zorunda olan altı deli ve bir doktor. Deliler,
kaderlerine terk edilmiş ve donmamak için aynı odada birlikte kalmak
zorundalar. Bir gün sürpriz olur ve bir Birleşmiş Milletler yardım uçağı, içi
üniformalarla dolu sandığı manastırı atar. Yanlışlıkla olan bu tesadüf, yeni bir
hikayeye yol açacaktır. Oyunu farklı üniversiteler de oynamıştı. İzlemenizi kesinlikle
tavsiye ediyorum.
Ben şoför
rolündeydim. Yaklaşık olarak kırk beş saniye sahnede kalmıştım ve repliğim de
azdı. Şoför rolünün bana verildiğini öğrendiğimde, düşündüm belli süre. 3 – 4
aylık yoğun çalışma dönemi olacak ve benim rolüm çok kısa. Rolün uzunu kısası
olmaz düşüncesiyle çıktım yola. Her ne olursa olsun oyun ekibinde yer almaya
hak kazanmıştım. Doğru karar verdiğimi dönem sonunda anlamıştım. Tek sahneyi
bile günlerce tekrar etmenin verdiği yorgunluk, stres ve sabrın sonucunu alma
keyfini hep birlikte tadıyorduk. Her işte olduğu gibi, belli süre sonra acaba
yapamayacak mıyız hissiyatı kaygısı oluşmaya başlamıştı. Her neyse ki, zorlu
süreçlerden iyi şekilde çıkıp gösteri aşamalarına geldik. İlk sahneye çıkış
anındaki heyecanı tattıktan sonra kendime dedim ki; iyi ki kısa rolümü
oynamışım. Sahnede kırk beş saniye kalmanın altında aldığım eğitimlerin katkısı
ve sahne tozunu yutmanın verdiği keyif de var. Üniversitemizde yaklaşık 5-6
kere gösteri yapacaktık. Bizim üniversite dışında Ege Üniversitesinde gösteri
yapacaktık. Kendi yerimizde gösterileri bitirdikten sonra dışa açılma zamanı
gelmişti. Benim için duygularımın zirve yaptığı yere gelmiştik. Çok büyük sahne
içinde, çok fazla seyirci önünde gösteri zamanı gelmişti. İlk Şampiyonlar Ligi
maçına çıkan futbolcu gibi hissediyordum. Sahneye ilk çıktıktan sonra
replikleri söylerken seyirci yoğunluğuyla bütünleşme ambiyansını unutamıyorum. Tekrar
kendime söylediğim şuydu; kısacık bir rolün hayatıma kattığı yeni bir duygu
daha. Ağzınızdan çıkan her cümleyle birlikte eğitim sürecinde verilen
emekleriniz gözünüzün önünden geçiyor. Sonuca gelecek olursak, en iyi
performansımızın olduğu gösteri, Ege Üniversitesinde yaptığımız gösteriydi. Oyunun
bitişiyle gelen yoğun alkışla birlikte duygusal patlama yaşandı. Oyun
sonrasında kulise koşup birbirine sarılıp gözyaşı döken rol arkadaşlarımın
sevinçlerini unutamıyorum. Gösteriden sonra profesyonel tiyatrocuları düşündüm
bir süre. Yaptıkları mesleğin ne derece zorlu ve emek isteyen bir şey olduğunu
düşündüm. Üniversite kulübüyle amatör tiyatro da bile zorken bunun profesyonel
versiyonunu düşünemedim. Çünkü, çıta daha da yükselecekti. O kadar emeğe rağmen
illa ki hatalarımız oluyordu. O hataları yapmayan profesyonel ekiplere saygı
duyulması gerektiğini anladım o gün.
Tiyatro
ekibimizde eskilerden de çok fazla şey öğrendik. Onların söylediği cümleleri
istesek de unutamıyoruz ve emekleri paha biçilemiyor. Hatta söylediği bir cümle
hala aklımda. “Tiyatro belki sana çok fazla para kazandırmaz, ama bir gün
ağacın altında otururken, ağaçtan düşen yaprağı farklı hissedersin.” Artık, o
düşen yaprak anlamsız değildir ve hayat bakış açın genişlemiştir. Tiyatro ile
ilgili izlenimlerim bunlardı ve şunu söylemek istiyorum; kırk beş saniye iyi ki
sahnede kalmışım.
Yorumlar
Yorum Gönder